2025.10.07 13:43 Son Güncellenme: 2025.10.07 15:04 - SİYASET
CHP lideri Özgür Özel partisinin grup toplantısında "Yeniden Meclis çatısı altındayız. 3 büyük krizi yaşamaya devam ettik. Demokrasi krizi, adalet krizi, ekonomik kriz" ifadelerini kullandı. Özel, "Dayanılacak iş değil bunlar ama kimse umutsuzluğa kapılmasın. Çocukları aç bırakan bu iktidarı göndereceğiz." dedi.
Özel'in konuşmasından satır başları şu şekilde:
"Yetmiş günde can sıkan sorunlar seyrelmedi. aksine arttı, çoğaldı. Üç büyük krizi yaşamaya devam ettik: Demokrasi krizi, adalet krizi ve bunlara bağlı olan ve kötü yönetimin sonucu ekonomik kriz.
Yetmiş günde ülkenin sorunları büyürken bizler de mücadelemizi büyüttük. Yaz boyunca seksen bir ilde çalıştık. Derdi olanların ayağına gittik, sorunlarını dinledik.
Partimize yönelen saldırılara karşı bir arada durduk, kenetlendik. Birileri klimalı salonlarda kendi atadıklarına kendini alkışlatırken biz yetmiş günde yirmi büyük eylem yaptık.
19 Mart sonrası altmışıncı eylem için de yarın yine İstanbul'dayız, meydanlardayız. Biz milletten aldığımız güçle biz meydanları doldururken bizimle siyasi rekabet edemeyenler saldırılarını sürdürdüler.
Biz mücadeleyi büyütürken onlar kumpasları büyüttüler. Yaptıklarıyla milletin gönlünden düşmüşlerdi, gözünden de düştüler.
Okyanus ötesinde meşruiyet aramaya giriştiler. Trump'la beş dakika görüşme yapabilmek için akıl almaz tavizler verdiler.
Yetmiş gün yan gelip yatıp milletin dertleriyle ilgilenmediler. Sonra bir Ekim'de meclise gelip buradan kameraların karşısında poz kestiler.
"İKİ YÜZLÜLÜĞE TANIKLIK ETMEK İSTEMEDİK"
Biz 1 Ekim öncesi bir karara vardık: Meclisi işine geldiğinde çalıştıran, işine gelmediğinde bypass eden, millet iradesine saygısızlık edip bir darbeye kalkışan, milletin payına değil varsa yoksa kendi payına çalışan bir iktidarın başındaki zatı bu çatının altına gelip bir açılış konuşması yapıp orada demokrasiden, iletişimden, anlayıştan, birlikten, beraberlikten söz edip dönüp gidip zulme devam edecek olan ikiyüzlülüğüne tanıklık etmek istemedik. O gün hiç şüphe yok. O gün hiç şüphe yok. Bu durumdan duydukları rahatsızlıktan bunu milli iradeye saygısızlık, meclise saygısızlık diye nitelendirmeye çalıştılar.
Bunu söyleyenlere şunu hatırlatalım: 15 Temmuz gecesi darbe gerçekleştiğinde, bütün darbeler ki doğası gereği iktidara yapılır, ve bütün dünya döner bakar Ama ana muhalefetin gözünün içine bakar. Biz o gün o güne kadar ki olanca haksızlığa, hukuksuzluğa aramızdaki çelişkilere, kavgalara rağmen Değil mi ki sandığı getiren partiyiz?
Değil mi ki çok partili rejimi getiren bu Türkiye Büyük Millet Meclisi statüsünü kutsal gören, bu milli iradenin tecelligahına sahip çıkan partiyiz?
O gece bir karar verdik. Düşünmeden Genel merkezimizde toplandık. Muhataplarımızı aradık. "Meclisi açın, çalıştıralım, darbeye oradan birlikte direnelim" dedik. Cumhuriyet Halk Partisi yüz yıllık partidir. Yeneriz, yeniliriz. Millet yeni bir görev verene kadar muhalefet partisiyiz. Başka bir şeye tenezzül, tevessül etmeyiz. Seçilmiş parlamentonun, demokrasinin arkasında darbecilerin karşısındayız dedik.
"15 TEMMUZ GECESİ BERABERDİK"
15 Temmuz gecesi darbecilerin karşısındayken AK Parti grubundan milletvekilleriyle beraberdik.
Tayyip Erdoğan'a karşı yapılan darbede demokrasinin safında yer aldık, darbecinin karşısındaydık. Şimdi partimiz yine milletin seçtiklerinden korkan, onun yerine atadıklarına yönetmek isteyen, sandıkla geldiği halde sandıktan kaçan, "İşime geldi demokrasi trenine binmiştim. İşime gelmedi ikinciliğe düştüm şimdi indim." diyenlere karşı. Yani 19 Mart darbecilerine karşı 15 Temmuz darbecisine nasıl yüz vermediysek onlara da vermedik. Onun da karşısına dikildik. Geçen sene bir Ekim'de burada konuşup iki Ekim'de bir bakan yardımcısını siyasi bir mevki kendi söylüyor. Eskiden bakanlar siyasetçiydi.
Bürokratları, müsteşarları teknik. Şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasidir. "Bakanlıkla teşkilatım arasında köprü olacaklar." dediği bakan yardımcısını İstanbul'a Cumhuriyet Başsavcısı atadı...
Siyasetçiyi Cumhuriyet Başsavcılığı gibi bir göreve atadı. İlk iş darbe mekaniğini başlattı ve devamında bu günlere kadar geldik. Şimdi milli iradeye saygıdan bahsediyor.
"CAN ATALAY İÇERİDEYKEN MİLLİ İRADEDEN BAHSEDEMEZSİN"
Hem de bir yandan açılan mecliste Hatay halkının seçtiği Milletvekili Can Atalay'ın koltuğu boşken. Milli iradeye saygıdan bahsediyor. O meclisin yaptığı anayasayla, milletin onayladığı anayasayla AİHM kararları hepimizi bağlarken ve bu kararlara rağmen Kavala 9 yıldır içerideyken yine AYM kararlarına uymuyorum, saygı duymuyorum derken, kaybettiği ilk seçimden sonra demokrasi treninden inerken, CHP'li belediyeleri silkelerken milletin çöpü toplanmasın diye, milletin ayağına hizmet gitmesin diye belediyenin parasına çökerken, yani milletin zorluk çekmesinden siyasi rant beklerken Cumhurbaşkanı adayımızı iftiralarla suçlayıp sonra da çıkıp milli iradeden bahsedemezsiniz.
"KİMSE BANA ERDOĞAN'I DİNLEMEK MİLLİ İRADEYE SAYGIDIR DEMESİN"
Esenyurt, Şişli, Ovacık belediyelerimiz seçtikleri başkanlar yerine kayyumlar tarafından yönetiliyorken, Dem Partili on belediyeye kayyum atanmışken ve Belediye Başkanları, namuslu Belediye Başkanları hapislerde yatarken birilerine "gel bakalım ya da sen, ya sen gel bize katıl ya da sende hapse atıl" deyip muhalefetin belediye başkanlarını hapis tehdidiyle, şantajla partisine katıp utanmadan rozet takma törenleri düzenlerken kimse bana Erdoğan'ı dinlemek milli iradeye saygıdır demesin. Buna kimse inanmaz. Sıkıştığında milli iradeye sarılıp 1. olunca milli iradeyi baş tacı yapıp İstanbul'u kaybedince mundar oldu diyeceksin. Mazbatayı iptal ettireceksin. 800.000 farkla gelecek, 5 yıl boyunca her kötülüğü yapacaksın, her iftirayı atacaksın. Yine kazanacak diplomasını iptal ettireceksin. Ondan sonra fotoğraf çektirmeye gelince milli iradenin tecelligahına geldim diyeceksin. Bu milletin iradesi bu ikiyüzlülüğü reddetmektedir artık.
Reddetmektedir. Beyefendi gelmiş, ana muhalefet koltuklarını boş görmüş, kimyası bozulmuş, nevri dönmüş. O günden beri ağzından çıkanı kulağı duymuyor.
Ama böyle karşısında boş koltuk görüp de morali bozulmak, çıldırmak, bunu kendine bir haksızlık olarak görmek varsa, ey Erdoğan, o 342 gündür darbe mekaniği işletiyorsun. 202. günündeyiz darbenin. Ve benim Türkiye'nin en büyük ilçesini kazanan belediye başkanım Ahmet Özer'in namusuyla, helal oylarıyla kazandığı koltuğu 342 gündür boş. Beşiktaş Belediye Başkanı Rızamızın 263 gündür koltuğu boş. Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler'in 217 gündür. Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan'ın koltuğu 198 gündür boş.
Beylikdüzü Belediye Başkanı'nın koltuğu boş. Gidip bakarsan hücresindeki yatağı da boş. Ya revirde, ya Devlet Hastanesinde ya Üniversite Hastanesinde ya yine cezaevinde. Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün'ün 125 gündür. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan kardeşimin 125 gündür. Daha evveli gün evliliğinin 1. yıl dönümüydü. Nikah şahidi olduğum Utku Caner Çaykara'nın 125 gündür. Ceyhan Belediye Başkanı Kadir'in 125 gündür.
Oyatekin'in Seyhan Belediyesindeki koltuğu 125 gündür boş. Adana gibi Başkan Zeydan Karalar'ın Adana'daki koltuğu 91 gündür boş. Antalya Büyükşehir Muhittin Belediye Başkanı Muhittin Böcek'in koltuğu 94 gündür boş. İki eli dolu 14 tane hapla cezaevinde günde 14 hap içerek yaşama tutunmaya çalışıyor.
"15.5 MİLYONUN ADAYININ KOLTUĞU BOŞ"
Şile Belediye Başkanı Özgür Kabadayı'nın 85 gündür. Belediye Beyoğlu Belediye Başkanımız İnan Güney'in 49 gündür. Bayrampaşa Belediye Başkanımız Hasan Mutlu'nun 21 gündür ve İstanbul'u üç kez üst üste kazanan, AK Parti'yi dört kez üst üste Erdoğan'ı yenen, asla ona seçim kaybetmemiş olan ve 19 Mart'ta gözaltı işleminden sonra onun 4. gününde o tutuklamaya sevk edilirken 15.5 milyon kişinin elinde iki bastonla oy vermeye gelen Nninenin karnında 3 aylık bebeğiyle bebeğinin geleceğinin cumhurbaşkanına desteğe giden kardeşimin seçtiği 15.5 milyonun adayı Ekrem İmamoğlu'nun koltuğu boş.
"HADİ ORADAN BAŞKA KAPIYA"
Millet verdiği oylarla doldurduğu koltukları senin yargı kolları başkanın senin talimatından boşaltacak. Ondan sonra Cumhuriyet Halk Partisi'nin milletin oylarıyla doldurduğu o koltuklar sana ikiyüzlülük yapmayasın diye, özün darbeci sözde demokrat numarası yapmasın diye boş kalınca sinirleneceksin. Hadi oradan sende başka kapıya. Hala ortada bir iddianame yoktur. Kimse ne ile suçlandığını bilmemektedir. Bir tane delil, bir tane kanıt yokken yargısız infaz yapılmakta açıktan haysiyet cellatları tarafından arkadaşlarımızın onuruyla, şerefiyle, namusuyla oynanmaktadır. Bugüne kadar bunu Anadolu Ajansı'ndan yaptıkları yalan servislerle boş bir kasa yerine içinden eurolar çıkarılan kasa. Tutanakta kasa boş diyorsun, stok görüntü servis ettik diyorlar. Ve kendi kalemşörleriyle yargıdaki köşeleri dağıttığı ve kendinin bütün yanlışlarını savunanlarla televizyonda yandaş televizyonlardaki her türlü haksızlığa gözünü yummuş vicdanını saraya vermiş yorumcularla haysiyet cellatlığı yapıyordu.
O koltukları boş gördükten sonra çıktı dedi ki... rüşvet aldılar, belediyeleri soldular, açık açık kul hakkına girdiler." dedi. Bu sözle söylenmez. Bunun iddiası ispata muhtaçtır. Önce şahit lazım, delil lazım, bunlara dayanan namuslu bir iddianame lazım. Yetmez. Yargılama, savunma, delillerin tartışılması, karar lazım. Yetmez. İstinafta onay lazım. Yetmez. Yargıtay'da kesinleşme lazım ki birisine bu suçu söyleyesin. Daha sadece tutuklama kararı olup da bir satır iddianame ortada yokken arkadaşlarıma rüşvetçi, hırsız, dolandırıcı diyecek adamın alnını karışlarım, alnını karışlarım. Bu kadar iftira, bu kadar iftira ve kul hakkına girdikten sonra sana ne diyeyim? Sana ben bir şey demem. Bir benzerini yaptığında geçen günlerde hocan olduğunu hatırladığın rahmetli Necmettin Erbakan sana demişti ki: "Sen bunları yaptıktan sonra ömür boyu alnını secdeden kaldırmasan bu vebalden kurtulamazsın evladım....
BAHÇELİ'YE SİNAN ATEŞLİ VE SERDAR ÖKTEMLİ YANIT
Bir yandan da, bir yandan da susuyoruz, sabrediyoruz, aylarca meclise gelinememiş, bir kelime etmemişiz. Yaşa hürmet ediyoruz ama dönüp dönüp haksızlıklar yapılıyor, dönüp dönüp haksızlıklar yapılıyor. Bana söylenenlere sustum, yuttum, bir sürü haksızlığı duymazdan geldim. Zaman zaman bazı önemli açıklamaları da kıymetlendirdim, iddianameler yazılsın dendi diye, tutuksuz yargılama esastır diye. Şimdi bugün çıkmış bu meclisin ilk grup toplantısında Sayın Bahçeli aynı, aynı promptra aynı metni kes kopyala yapıştır atmışlar.
Okuyor oradan. "Şikayet eden CHP'li, şikayet edilen CHP'li, itirafçılar CHP'li, rüşveti alan CHP'li, veren CHP'li." Külliyen yalan. Soruyorum buradan hangi hangi şahitler CHP'liymiş? Gizli tanık dediği odun isimleriyle Ladinler, Çınarlar söylediği çocuk tacizcisi olan gizli tanık mı CHP'li? Ya da 3 kuşak babasından kalan malına, mülküne çökülüp de geçmişte AKP'den ihale alıyordu. Şimdi İBB'den almış diye malına çökülen, şimdi de imza atarsan sana bunları geri veririm deyince iftiralere imza atan iş adamları mı CHP'li? Ya da, ya da insanları çoluğuyla, çocuğuyla tehdit eden, "Bu imzayı atmazsan evladının yüzünü 20 yıl göremezsin." diyen, 80 yaşında anasından 500 kilometre öteye evlatları yollayan hasta 26 yaşındaki çocuğu hücreye tıkıp babasına "at artık imzayı, çıkar oğlunu" diyen, kendini itirafname imzalamaya çağırıp yoldayken karısını, eşini gözaltına alıp onun çıkması senin atacağın imzaya bağlı diyenlerin kurduğu kumpasın ne tarafı CHP'li? Ama Sayın Bahçeli, Sayın Bahçeli buraya kadar, buraya kadar geldi. Öyle, o CHP'li, bu CHP'li, hırsıza CHP'li, yolsuza CHP'li. Kimle konuştuğunuzu, nasıl konuştuğunuzu bileceksiniz. Bakın, bütün Türkiye konuşuyor, birileri susuyor. Ankara'nın ortasında vurulan MHP'li. Vurup da yargılanılanlar mahkemede söylüyorlar MHP'li. Azmettirenler MHP'li. Serbest bırakıldıktan hemen sonra susturulan MHP'li. Susturtanlar MHP'li. Azmettirenler MHP'li. Konuşmayan bir tek sensin, MHP'li! Bir tek sen MHP'li...
Hak etmediğimi duyarsam, hak ettiğini duyarsın. Hak ettiğini duyarsın. Bu partinin evlatlarına, suçsuz evlatlarına hazımsızlıkla iftira atanların hak ettikleri sözü duymalarının vakti çoktan gelmişti. Bundan sonra da duyacaklar.
Hadi bakalım. Bir daha, bir daha duyduğum anda hırsız CHP'li, bilmem ne CHP'li anlatacağım kimler hangi suç örgütleriyle birer birer ilişkili.
Bu yüzden buradan sonra gösterdiğimiz sabrı, gösterdiğimiz sabrı anlayışı yaşa saygıyı, Türkiye'nin içinden geçtiği kritik süreçte üzerimize düşen hepimizin üstüne düşen görevi bundan dolayı duyup da duymadığımızı, sustukça sustuğumuzun sonunda geldiğimiz nokta sağlık dilediğimiz grup toplantısında çıktığınız ilk kürsüde arkadaşlarımın haysiyetiyle oynayan hak etmediğimi duyuran hak ettiğini duyacak bundan sonra.
FETÖCÜ İKİ GAZETENİN ERGENEKON GÜNLERİNİ HATIRLATTI
Şimdi bazı yandaş kalemler 2.000 sayfa iddianame diyor. Hazır o kadar da güzel hemen manşete ver. "Tuğla gibi iddianame hazır" diyor. Dersiniz ben tuğla gibi iddianameyi bir Google'a yazın bakalım kim söylemiş? 2.500 sayfalık Zekeriya Öz'ün iddianamesi çıkmazdan 10 gün önce devrin Zaman Gazetesi, Bugün Gazetesi ve bugünün iktidar yanlısı Yeni Şafağı, Sabahı hepsi birden Zekeriya Öz'ün iddianamesine "Tuğla gibi iddianame" demişlerdi.
Şimdi bugünün Zekeriya Öz'lerinin yazdığı iddianameyi aynı kelime oyunuyla, aynı manşetlerle söylemeye çalışanlara söylüyorum: O tuğla gibi iddianamede Kuddusi Okkır'a örgüt kasası diyorlardı. Cenazesini Silivri Belediyesi kaldırdı. Ali Tatar'a suikastçi dediler.
Beylik silahıyla canına kıydı. Masumiyeti eninde sonunda ortaya çıktı. Türkan Saylan'a ajan diyorlardı o iddianamede tuğla gibi. Tuğla gibi iddianame İlhan Selçuk'a darbeci diyordu.
Tuğla gibi iddianame Mustafa Balbay'ı, Mehmet Haberal'ı, Tuncay Özkan'ı müebbet hapisle cezalandırıyordu. Şimdi bu arkadaşlar, bu büyüklerimiz alınları açık, başları dik bu Meclis'in koridorlarında geziyorlar.
Zekeriya Öz tuğla gibi iftiranameyi yazdı. Sıçan gibi kaçtı sonunda, sıçan gibi kaçtı! Şimdinin tuğla gibi iddianamesi Ekrem İmamoğlu'na örgüt lideri dese ne olur? Hapiste yatan arkadaşlarımıza iftira atsa ne olur? Biz o tuğla gibi iftiranameyi bekliyoruz.
Yargılanmak için değil, yazanları yargılamak için. Tuğla gibi iddianameyi bekliyoruz. Yıllardır aylardır yapılan haysiyet cellatlığına o iddianamede nasıl kılıf uydurmuşlar görmek için.
Göremezsek sormak için yazdıklarını çürütmek için. Ve eninde sonunda herkes şunu bilsin. Cumhuriyet Halk Partisi yargıya saygılıdır. Savcılığı, hakimliği avukatlık gibi en kutsal meslektir. Bu mesleği yüreğine adalet dağıtmak düşenler.
"TÜM ÇETELERİ DAĞITACAĞIZ"
Ama kendilerini birilerinin siyasi operasyonuna alet edenler sabahleyin vicdanlarını evde askıda unutup gittikleri kürsülerden haksızlık edenler.
Bir gün yatarı olmayan suçtan 100. gün Saraçhaneye gelmişler. Dağılmışlar metroya gitmişler. Metrodan öğrencileri toplayacaksın. Velev ki suç işlediler. Bir gün yatarı yok. Hiç sabıkası yok. İlk kez giriyor. 80 gün cezaevinde yatıracaksın. Anasını babasını perişan edeceksin. Yaz tatilini zehir edeceksin. İbreti alem için tutup o çocukları okullar açılırken salacaksın. Sonra da ben hakimim ben savcıyım ben adalet dağıtmaya geldim diyeceksin. Şu kadarını söyleyeyim. İktidarımızda hiçbir partinin değil vicdanının sesini dinleyenler, hiçbir siyasinin talebini değil adalet talebini duyanlar namusuyla adalet dağıtacak olanlar tam bir yargı bağımsızlığına tam bir hakim güvencesine sahip olacaklar ve onlar adalet dağıtacaklar.
O olsun diye Allah'ın izniyle iktidarımızın ilk başında bugünkü adalete yerleşmiş başta beyaz Toroslar, Ak Toroslar Çetesi olmak üzere bütün çeteleri dağıtacağız, adalet dağıtılmasının önünü açacağız.
O zaman ne yapabilirsin? Hak, hukuk, adalet diye bu işin bir tarafından nasıl tutabilirsin? Çağrıldığın meydanlara koşmak. O meydanları doldurmak. Bu meydan Anadolu'nun her bir yerinde olabilir. İstanbul'un bir ilçesinde olabilir. Bu pazar olacağı gibi Brüksel'de bir meydanda olabilir. Gitmek ahlaki üstünlüğü psikolojik üstünlüğe çevirmek. Psikolojik üstünlükle birlikte çoğunluk enerjisini meydanlara taşımak, mücadeleyi desteklemek en önemli güç.
Hiçbirini yapamayanlar ama "bir şey yapmak istiyorum" diyenler için de bir çağrım var. 19 Mart darbesini olduğundan önce nasıl geldiğini anlatan, darbeyi Saraçhane'yi anlatan, o günden bugüne kadar yaşanan her şeyi anlatan önsözünü benim son sözünü Ekrem İmamoğlu'nun yazdığı Yavuz Oğhan'ın emeğiyle kaleme alınmış, kimsenin üstünden 1 lira para kazanmayacağı bir kitabımız var.
Bu kitap geliri 19 Mart darbesi kime zarar verdiyse, işsiz kalan bürokratımızın evladına sahip çıkmak için, ailelere sahip çıkmak için, yurttan atılan öğrencilerin yurt parası için, bursu kesilen öğrencilerin burs parası için "ben ne yaparım" diyorsan millete emanet. Bu kitabı sizlere emanet ediyorum. Hepinize emanet ediyorum.
Tabii koca bir yaz bu kadar hukuksuzluk, bu kadar haksızlık, bu yaşananlar ama esas bir de yaşayamayanlar var. İşsizlikten dolayı evine ekmek götüremeyenler. Aldığı maaşla geçinemeyenler. Onurla hizmet ettiği memlekette emekli olunca unutulanlar ve büyüyen yoksulluk var. Genel kurula yılda bir kez gelip konuşup giden Erdoğan'ın kimyası bozulunca ve dönüp dolaşıp edecek laf bulamayıp "bu yapılanlar meclise saygısızlıktır" deyince şöyle bir baktım:
Bir meclisin saygınlığı ne ile ölçülür? Bir meclisin saygınlığı onu seçenlerin memnuniyetiyle, onu oluşturanların sorunlarını çözme kapasitesiyle ölçülür. Bu ülkede 7 milyon asgari ücretli, en düşük maaş alan 4 milyon emekli ama hemen onun üstündeki dilimlerde 11 milyon emekli, ürünü para etmediği için topraktan kopan milyonlarca çiftçi, geleceğinden umutsuz gençler varken bu meclis nasıl saygın olabilir?
"MECLİSİ SAYGIN VATANDAŞI PERİŞAN BİR ÜLKE OLMAZ"
Meclisi saygın vatandaşı perişan bir ülke olmaz. Vatandaş perişansa o mecliste saygınlık aranmaz. Yaz boyunca mücadele eden, çalışan, direnen milletvekillerimin huzurunda 70 gün deniz kum güneş ile yaşayan, buna doyan iktidar milletvekillerini hatırlatmak gerekiyor. Bu meclisi kapatıp kaçtığınızda 26.400 lira olan açlık sınırı şu an 28.000 lira oldu. 89.000 lira olan yoksulluk sınırı 91.000 liraya ulaştı.
Bugün 5 asgari ücretli ya da 6 emekli maaşlarını birleştirseler ancak yoksulluktan altısı birden birini kurtarabiliyorlar. Siz 17.000 liralık asgari ücreti seçim döneminde "asgari ücret o zamanlar 14.000 liradayken gerekirse enflasyon tek haneli rakamlara ulaşana kadar yılda 4 kez güncelleyeceğiz" demiştiniz. Seçimden sonraki yıl asgari ücrete sadece aralık ayında belirlediniz. Bir yıl boyunca 1 kuruş zam yapmadınız ve 17.000 liralık asgari ücreti geçen sene 22.000 liraya çıkardınız. Şu anda asgari ücretin 17.000 liradan 22.000 çıktığı güne göre alım gücü 16.500 lira. 9 ayda buraya geldi ve 3 ay daha eriyecek. Geçen sene yaptığınızın bir benzerini yapmaya, yani gerçek enflasyonu değil TÜİK enflasyonunu, onu da değil planladığınız, hedeflenen enflasyonu zam diye vermeye hazırlanıyorsunuz.
"UTANMADAN SIKILMADAN ASGARİ ÜCRETİ YÜZDE 20 ARTIRMAYA NİYETLENİYORLAR"
Asgari ücreti utanmadan sıkılmadan yüzde 20 arttırmaya niyetleniyorlar. Bu yılın sonunda asgari ücreti 26.000 lira, 26.500 lira yapmaya 1 yıl boyunca da böyle tutmaya niyetleniyorlar. Asgari ücreti yüzde 44 enflasyon varken geçen sene yüzde 30 arttırıp milleti bu hale getirenler şimdi aynı kötü niyetle adım atmaya niyet ediyorlar ve utanmadan sıkılmadan dün çıktı Erdoğan diyor ki: "Kişi başına gelirimiz 17.000 dolara yükseldi. Bunu size müjdeliyorum." Erdoğan'ın müjdesine bir yakından bakalım.
Asgari ücret 22.000 lira 1 yıllık asgari ücret 6.370 dolar. Erdoğan diyor ki: "Kişi başına 17.000 dolarımız var." Emekli aylığı 16.800 lira yıllık 4.860 dolar. Yetim aylığı yıllık 1.200 dolar. Yaşlılık aylığı 1.550 dolar. Engelli aylığı yıllık 1.240 dolar. Erdoğan diyor ki: "17.000 dolar milli gelire ulaştık." Bakın 17.000 dolar milli gelir Erdoğan'ın söylediği. Bir asgari ücretli, bir emekli, bir yetim, bir engelli, bir yaşlı bir araya gelseler 15.220 dolar beşinin toplamının ortaya koyabildiği toplam geliri. Kişi başına 17.000 dolar diyor. Bunların Türkiye'deki toplamı 30 milyon.
"BEŞİ BİR ARAYA GELSE 2 BİN DOLAR KAYBI VAR"
Bu 30 milyon kişi beşi bir araya gelse emeklisi, asgari ücretlisi, dul yetimi, yaşlılık maaşı alanı Erdoğan'ın dediğinden halen daha 2.000 dolar kaybı var bunların. Ve utanmadan sıkılmadan 30 milyon kişinin beşi birleşerek alabildikleri bir parayı herkesin aldığını söylüyor. Neden? Hesap belli. Toplam parayı, toplam parayı bütün nüfusa bölüyorlar.
Bir alkış alalım. Köylüler perişan diyor. Maalesef çarşı, pazar, market fiyatları her ay hatta her hafta değişiyor, güncelleniyor. Milyonlarca ücretlinin ise maaşı yılda bir kez alınıyor. Hocam Şimdi yeni bir rakam: Vatandaşın 2,5 trilyon lirası kredi kartına borçlu. 650 milyar liralık kredili mevduat borcu. Toplam borç 3.1 trilyon lira olmuş. Geçen sene 2 trilyonmuş, bir senede 3.1 trilyona çıkmış. Ve bunlara uygulanan faiz yani kredi kartına ve kredili mevduata hiçbir şey yok kalmamış cepte, ayın sonu gelmiş. Gidiyor bankaya sokuyor kredili mevduatı çekiyor -5.000 lira oluyor.
Ya da kredi kartını harcıyor borcunu ödeyemiyor orada uygulanan faiz. Hem de alt sınırı ödüyor üstüne uygulanan faiz. Bunlar aylık yüzde 4,5. Üstüne BSMV, bankacılık sigortacılık muamele vergisi KKDF kaynak kullandırma destekleme fonu yüzde 30'la vergi koyuyorlar. Vergi kimden alınır? Vergi kazanandan alınır. Bu bitmiş, tükenmiş artık eşten dosttan geçici borç da bulamamış. Yüzde 4,5 çıplak üstüne yüzde 30 faizle yüzde 5,85'le bu kişilerden faiz kesiyorlar. Bileşik yılda yüzde 95. Yani düşmeye gör. Kelimenin tam anlamıyla düşmeye gör.
"GARİBANIN SIRTINDAN KENELERİ SÖKÜP ATACAĞIZ"
Evet faizler yüksek firmalar kredi kullanmakta zorlanıyor. Kredi faizleri yüksek ama hiç olmazsa enflasyonun biraz üzerinde bir yerlerde. Buradaki yüzde 95 neyin nesi vicdansızlar? Bu o kartın borcunu buradan çekip kapatana uyguladığınız faiz. O çocuğuna tek muzu kredi kartından çektirip onun da asgarisini ödeyebilene ödediğiniz faiz. Yüzde 95. Buradan meclise grup başkan vekillerimiz plan bütçe komisyonu üyelerimize sesleniyoruz. Bu durumu her fırsatta ifşa edelim. Anlatalım, kanun teklifleri verelim, araştırma önergeleri verelim.
Asgari ücrete yüzde 20 zammın hedeflendiği yerde ödenemeyen kredi kartına asgarisi ödenen kredi kartına bankadan nakit çekilen 3.000 lira, 5.000 liraya, 10.000 liraya yüzde 95 faize savaş ilan ediyoruz. Bunu düşürtene kadar meclis zemininde ve meydanlarda hep beraber mücadele edeceğiz. Garibanın sırtından bu keneleri söküp atacağız. Diğer taraftan Türkiye'de 22 milyon çocuğumuz var.
Bunların 8,5 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Neredeyse 10 çocuğumuzdan dördü yoksul ve sonra çıkıp Türkiye yüzyılı diyorlar. Hangi yüzle? Hangi yüzyıl? Aç kalan çocukların yüzyılı mı? Bakın genel merkezimizde çaycı arkadaşımızın kızı Defne'nin eline bir kağıt vermişler. Arkadaşımız da kağıdı bize getirdi.
Diyorlar ki Defne'ye. Defne'ye söyledikleri şu. Sandviç, meyve suyu elma, fındık, su bunların toplamı sandviç 70 lira. Meyve suyu 20 lira. Elma 20 lira. Fındık 50 lira. Su 15 lira toplamı 175 lira. Sandviç, meyve suyu, elma, fındık, su toplam 175 lira. 2. sınıftaki Defne'nin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okula gelirken bunları getir diye eline verilen pusula 175 liraya bu çantayı donduruyor.
Bir avuç değil fındık, bir su, bir küçük meyve suyu, sandviç, elma. Peki bunu yapmayalım. O zaman Defne'ye verelim kantinden kendisi alsın. Bakın TÜİK'e söylüyorum.
Hani enflasyonu Tayyip'i üzmeyen istatistik kurumu olarak belirliyorsunuz. Ona göre de zam verilmesini sağlıyorsunuz. Hatta o da değil hedef enflasyona gidiyorlar. Daha da aşağısını veriyorlar. Geçen sene tost 45'miş bu sene 80. Ayran 10 liradan 20 lira olmuş. Simit 15 liradan 20 lira olmuş. Şişe suyu 10 liradan 15 lira olmuş. Bisküvi 15 liradan 25 lira olmuş. Kantinin enflasyonu %68. Bugün okullar bu ayın başında açıldı ve cebinde para olmayan, işi olmayan asgari ücretle geçinmeye uğraşan insanların hatta çocuğu işsiz diye toruna emekli maaşıyla harçlık veren insanların muhatap olduğu enflasyon bu enflasyon yüzde 68.
Bu yüzden buradan açıkça söylüyorum. Bu ülkenin hiçbir çocuğu bir tanesi kantine koşup çift kaşarlı tostu yerken öbürü öbür köşeden bakmasın diye. Çocuğun bir tanesi kana kana temiz su içerken öbürü tuvalet çeşmesine ağzını dayamasın diye.
Çocuğun birinin gözleri kıpır kıpırken öbürü önüne bakarak kantinin önünden geçmesin diye bu ülkede bir şeyi değiştirmek lazım. Bu zalim düzeni değiştirmek halkın iktidarını kurmak lazım. Bunun mücadelesini veriyoruz.
"DAYANIN DEMEK DİLİM VARMIYOR"
Bunun için asla ve asla "dayanın" demek dilim varmıyor. Dayanılacak iş değil bunlar ama kimse umutsuzluğa kapılmasın. Çocukları aç bırakan bu iktidarı göndereceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında okullarda her gün bir her öğün dört kap sıcak yemekle çocuğun çorbasını, proteinini, tatlısını, meyvesini okuldaki okul yemeği ile bütün çocuklara ayrımsız ve ücretsiz vereceğiz. Okula başlayan çocuklar için her sene Ağustos ayının 15'inde ailelerinin hesabına bugünkü parayla 10.000 lira okula başlangıç ya da okula dönme desteği vereceğiz. Bu rakam bazı sendikalarda 23.000 lira bazılarında 25.000 lira diye hesaplanıyor.
Her okula biraz önce adını söylediğimde arkadaşlar İnan Güney için alkış yaptılar. İnan Güney İnan Güney Belediye Başkanlığı yapıyor.
Şimdi İnan Güney Beyoğlu Belediye Başkanı. Bir emekli kafe açılışı yapıyoruz. Kahvaltı ediyoruz. Açmışlar da emekliler çok memnun. Etrafımızda gazeteciler kalabalık. Aradan bir hanımefendi İnan Bey, İnan Bey dedi böyle iki kameramanın arasından. Çekti böyle oğlunu gösterdi. Su için çok teşekkürler dedi okuldaki. İnan "eyvallah ablacığım" falan dedi, gitti. "Nedir?" dedim okuldaki su. Dedi ki: "Genel başkanım bizim Beyoğlu'nun millet zengin bilir. Fakiri çok daha fazladır. Okullarda çocuklar kantinden bir su alacaklar 15 lira. Fakir çocuklar dönüyorlar, gidiyorlar tuvalet çeşmesinden su içiyorlar.
"MÜDÜRLERE, KAYMAKAMLARA, VALİLERE SESLENİYORUM"
Onun için okullara gittim su sebilleri götürdük. Kurduk arıtma sistemli. Beyoğlu'ndaki okullarda izin veren bütün okullarda okullarda artık su sebili var. Zengini fakiri bedavaya iyi su içiyor." dedi. Ben de bunu Gökan Zeybek'e söyledim. Bütün belediyelere yazdık. Örneğin İstanbul'da Tuzla'da tüm okullara yapabildik. Bazı yerde hiçbir okula sokmadılar ama buradan bütün okul müdürlerine, Milli Eğitim müdürlerine, kaymakamlara, valilere sesleniyorum. İktidar baskısıyla korkup da böyle bir işin önüne geçen o sabiciklerin vebalini alır. Buradan bir kez daha tekrarlıyoruz. Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin olduğu, hatta yakınınızda CHP'li belediyelerin olduğu yerde izin veren bütün okullara bedava su sebili. Hafta sonu dip bucak temizlik. Her gün sabah erkenden temizlik için ve ihtiyaç duyduğunuz ne varsa onu yapmak için. "Bizi silkeleyip de maaş ödeyemesinler, çalışamasınlar" diyen ceberut iktidara inat okulun kapısına güvenlik koymak için temizlikçi tutmak için velilerden kayıt parası alan bu vicdansızlara inat çağırın bizi bu hizmetleri CHP'li belediyeler yapacak.
"KALİTELİ EĞİTİM SINIFSAL BİR HAKKA DÖNÜŞTÜ"
Bu iktidar döneminde maalesef kaliteli eğitim sınıfsal bir hakka dönüştü. Belli sınıfların ulaşabildiği yoksulların mahrum kaldığı bir noktaya geldi. Artık kaliteli eğitime sadece zenginler erişebiliyor.
Bu da yetmez gibi şimdi 12 yıllık zorunlu eğitimi kısıtlamak ve kısaltmak istediklerini ifade ediyor Milli Eğitim Bakanı.
"ZORUNLU EĞİTİMİ KISALTMAK ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİ YASALLAŞTIRMAKTIR"
Buradan söylüyorum. Zorunlu eğitimi kısaltmak çocuk işçiliğini yasallaştırmak ve çoğaltmaktır. Çocuk işçiliğinin yarattığı iş kazaları ve o güvencesiz ortamlarda sabilerin hayatlarını kaybetmesi çok daha fazla artacaktır. Zorunlu eğitimi kısaltmak kız çocuklarının eğitim dışına itilmesi demektir. Zorunlu eğitimi kısaltmak eşitsizliğin büyümesi, toplumsal uçurumun derinleşmesi gerektir. Peki kim istiyor bunu?
"TARİKATLAR VE GÖZÜ DÖNMÜŞ PATRONLAR İSTİYOR"
Tarikatlar ve bazı gözü dönmüş patronlar. Kim istiyor? MÜSİAD mesela istiyor. Çocuklar erken yaşta iş gücüne katılsın diye önerisi var MÜSİAD'ın. Tarikatlar istiyor. Kız çocukları okulda olmasınlar diyor. Bakan çıkıp bu talepleri bir kılıf içine sokup bunu da meclisten geçirmek üzere bu sene içinde çaba sarf edeceklerini söylüyor. Buradan bakana söylüyorum. Bugüne kadar yurt yapmadınız tarikatların kucağına gençleri itmek için.
Kreş yapmadınız kadını evlerde tutmak, sosyal hayattan iş yaşamından uzak tutmak için. Şimdi zorunlu eğitimi kısaltıyorsunuz. Oysa okul öncesinin de eklenip zorunlu eğitimin daha da uzaması gerekirken. Lise sonunun 4 olması 3 olması bunlar eğer konuşulacaksa da azaltılan kısım mutlaka okul öncesine önce 1 yıl sonra 2 yıl diye eklenmesi lazım.
Bazı çocukların el becerisi 4 yaşından 3 yaşından ya da bazı eksiklikleri kusurları 3 yaşından keşfedilirken bazı çocuklar buna ancak 6 yaşında 7 yaşında kavuşuyorsa bunun kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Ara eleman eksiği varmış. Doğrudur ama DPT'yi kapatırken doğru planlamalar yapmazken mesleki eğitimi amacına uygun sanayide, sanayi siteleriyle birlikte akıllıca planlamazken bunları düşünecektiniz.
Ara eleman eksiği varmış. Ya bugün Türkiye'de ne eğitimde ne istihdamda 5 milyon genç var. Kim yarattı bunları? Onlara iş bulamıyorsun ortaokul çocuğunun ucuz emeğine göz dikiyorsun. Zorunlu eğitim dışı kalan çocuk sayısı geçen sene 442.000'di.
"442 BİN ÇOCUK KAYIP"
442.000 çocuk bakanlık kayıtlarına göre kayıp. Yani yaşına bakıyorsun okul yaşında nüfusta var okulda yok. 442.000 kişi bu sene yüzde 38 artarak 611.000'e ulaştı. Bunlar okumaya gitmesi gereken okula gitmeyip çalıştırılan çocuklar, dilendirilen çocuklar, ucuz iş gücü olarak kullanılan çocuklar. Şimdi bununla mücadele etmek yerine bunu kurumsallaştırmaya çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız ve diyor ki utanmadan: "Zorunlu eğitimin kısalması için bir kamuoyu oluştu." Ben muhalefetin fikrini almak zorunda değilim.
Ya anketlere bakarsan en kaba... Çıktığınız yerde bu yanlışa MHP de evet derse hepi topu 35-36'sınız. Karşınızda yüzde 65 var. Sen bu yüzde 65'in fikrini almak zorunda değilim diyorsun sonra kamuoyu oluştu diyorsun. Daha beterini söyleyeyim. İtiraz ediyorsa gelsin gölge bakanımız bakan yardımcımız izah etsin. Hem kendi yüzde 35'lik kısmı var hem de anketlerde AK Partili kadın seçmenin AK Parti'den en memnuniyetsiz olduğu alan çocuğunun aldığı eğitim. Yüzde 19. Yani yüzde 65'i dışlıyorsun.
"NE KAMUOYU OLUŞMUŞ"
Yüzde 35'lik kısımda da yüzde 19 memnuniyet var yaptığın işe. 5'te biri. Yani bu dediğine memnunum diyen herkes H dese yüzde 7'si Türkiye'nin. Ne kamuoyu oluşmuş? Ama bir kamuoyu oluştu mu? Evet oluştu. Neyde biliyor musunuz? Çocukların sabahın köründe gözün görmediği saatte okula gitmemesi için bir kamuoyu oluştu. Israrla üzerinde durduğumuz sizin de ısrarla inat ettiğiniz tam 8 yıldır süren kalıcı yaz saati uygulamasından dönüşülme dönülmesi için milli mutabakat oluştu. Milli mutabakat. Millet diyor ki: Damat Bakan 9 yıl önce 4,5 milyar lira tasarruf edeceğiz demişti. Bütün dünya buna geçiyor demişti. Ülkenin saatini 365 gün boyunca doğudan geçen saat dilimine göre ayarladılar, bıraktılar....
O günden bugüne, burada tasarruf edildiğini ispatlayabilen bir kişi çıkmadı. Aksine bir sürü çalışma var. Bütün dünya buraya geçecek, öncü oluyoruz dedi. Avrupa'da uygulayan bir tek Belarus var. Ama sabahın kör saatinde güneş doğmadan, doğması gerektiği saatte saat ayarlanmadığı için kadın işçiler servise giderken tedirgin gidecekler. Küçücük çocuklar okula giderken karanlıkta gidecekler. Karanlıkta gidilip, gün yüzü görülmeyen, sabah ışığıyla karşılaşmadan okulda kitabın sayfasının açılmasına bütün eğitimciler karşı.
"GÜBRETAŞ'TA İŞÇİLER 97 GÜNDÜR GREVDE"
Bu konuda bir mutabakat var. Bunun için çaba göstermek lazım. Milli Eğitim Bakanına da, Enerji Tabii Kaynaklar Bakanına da sesleniyorum. Grubumuzu da, bu ailelerin, kadınların ve toplumun talebi olan bu uygulamadan geri dönülmesi için, bunun da mecliste gündemleştirilmesini bekliyoruz. Bir diğer mesele, küçük bir başlık ama söylemek çok önemli. Tarım Kredi Kooperatifler Birliği'ne bağlı Gübretaş'ta işçiler 97 gündür grevde. İşçi mi suçlu? Hayır. Ne var? 19 aydır bir kuruş zam alamamışlar. Bunun için grev yapıyorlar. Ama, bu niye çözülmüyor diye baktığımızda birilerinin bunu çözmemeye çalıştığını, Gübretaş'ın pahalı olduğunu, bunun için işçilere zam yapılmaması gerektiğini ve işçileri greve doğru ittiğini görüyoruz. Tam gübre lazım olduğu sırada Eti Gübreden 10 bin ton gübre alımı yapmışlar.
Kime ait? Cengiz Holding'e ait. Yani birileri çiftçinin dostu, iyi örgütlü, kuvvetli bir dağıtım ayına sahip kooperatif ağına sahip Gübretaşı bilerek, hem zarara hem iflasa hem greve iterken, bir taraftan yandaşın bir tanesi yine kesesini dolduruyor. Bu konuya dikkat çekiyoruz. Gübre taşa bundan sonra daha da yakından bakacağız. Herkes bunu bilsin. Bu tertibin sahipleri bilsin. Diğer taraftan Erdoğan, kendi payına çalıştı yetmedi.
"KIRKHARAMİLERE ÇALIŞTI YETMEDİ ŞİMDİ TRUMP'A ÇALIŞIYOR"
Zenginlere çalıştı yetmedi. Yandaşlara çalıştı yetmedi. Kırkharamilere çalıştı yetmedi. Şimdi Trump'a çalışıyor. Beş dakika görüşebilmek için ne hallere düştük. Ben söylemedim. İki ülke arasında ilişkiler bozulsa, liderler çatışsa çözecek dört tane adam var. Dört insan var. Adam deyip kadın siyasetçilere kadın görevlilere, haksızlık yapmayalım bürokratlara.
İki lider çatışsa dört kişi çözecek bunu. İki ülkedeki büyükelçiler ve iki ülkenin dışişleri bakanları. Diplomasi bunların işi. Sen devirirsin, o düşmeden kaldırır. Sen dağıtırsın, o toparlar. Sen bir yanlış yapacaksan ya yaptırmaz ya hasarı azaltır arayı bulur.
Bunların mesleği bu. Erdoğan Amerika'ya gidecek. Gitmeden Türkiye'deki büyükelçi Barack diyor ki vallahi Trump çok akıllı. Erdoğan'ı çağırdı. Ona onda olmayan bir şey verecek. Karşılığında her şeyi alacak. Bu benim aklıma gelmemişti.
Trump zeki adam. Diyor ki çok umutluyum görüşmeden. Ona meşruiyet vereceğim. Onda olmayan bir şeyi. Bak her şeyi alacağım. Bu görüşme, bu şartlarda normalde gelişmiş bir dünyada iki ülke arasındaki görüşmeleri, bu ifadeler en az bir yıl erteler. Bir yıl sürer bu laftan sonra bir araya girmek. Duymazdan geldi bizimkiler.
Gittiler, indiler Amerika'ya. Mikrofon Fox News soruyor. Ne diyorsunuz İsrail Filistin meselesine diyor. Erdoğan da diyor ki Trump çözeceğim demişti. Bugüne kadar çözemedi. Bunu Amerikan Dışişleri Bakanı'na soruyorlar. Diyor ki bu, bu yabancı liderler böyledir. Gelirler peşimizden koşarlar. Beş dakika görüşme için yalvarırlar. Çözümün, sorunun çözümü Beyaz Saray'dadır bunu bilirler. Erdoğan'da bu hafta görüşecek zaten.
"İNSAN GERÇEKTEN UTANIYOR"
Ben, ana muhalefet lideriyim. İktidar başarısız olursa, eğer bundan millet zarar görmüyorsa sevinirim. Millet zarar görüyorsa üzülürüm. Ama yurt dışında bu hale düşen Erdoğan da olsa Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanıdır. İnsan hazmedemiyor. Gerçekten utanıyor. Ama bizimkiler buna rağmen gittiler. Dışişleri Bakanı'nla el sıkıştılar, gülüştüler. Barrack'ın kravatından çekiştirdiler, şakalaştılar.
"MENEMEN BARDAĞI GİBİ ORADA DİZİLDİ ÜÇ TANE BAKAN"
Menemen bardağı gibi orada dizildi üç tane bakan. Döndü bu. İmzalar atılırken Trump, diyor ki anaokul çocuğuna öğretmeni yapmaz. Çocuğun kişilik gelişimine zarar verir. Şunlara bak diyor. Bunlar diyor çok akıllı ya. Keşke bu kadar akıllı olmasalardı. Makara yapıyor bizimkilerle. Durdular orada. Durdular oturdular. İmzalar atıldı. Defteri imzaladı. Ritüeldir olur. Sözler verildi. Muhabbetler edildi. Övgüler dizildi. Zaten Trump gibi adam hiçbir şey bilmesem ben yatılı okulda yetişmiş, eczacılık tahsil etmiş bir kardeşinizim. Hani hiç bu işlere girmesem, Manisa'da eczanemde otursam, televizyonu açsam Trump Erdoğan'a, bizim Cumhurbaşkanına bu kadar övgü yapıyorsa eyvah derin bir şey var.
"SONRA HEPSİ TEK TEK KANITLANDI"
Çok geçmeden ortaya çıktı. Bazılarını gitmeden söylemiştim. Hepsi doğrulandı. Ne dedi giderken yanımda mıymış. Nereden biliyormuş dedi. Sonra hepsi tek tek kanıtlandı. Trump'ın tweetiyle başladı. Şimdi hepsi ortaya saçıldı. Boeing 300 Boeing alacak dedim. 250 Boeing aldı. Haberler ilk çıktığında Türk Hava Yollarına sordular 250, 225 uçak alacağız ama markasına karar vermedik diyor. Airbus olur Boeing olur. Modellerine karar vermedik diyor. Henüz karar vermedik diyor. Belli ki pazarlık gücünü elinde tutuyor. Bizimki gitti, bir anonim şirket adına bağımsız, borsada işlem gören bir anonim şirket adına uçak siparişini verdi. Yetmedi. Normal boru hattıyla gelene göre çok daha pahalıya mal olacak, sıvı doğal gaz LNG paketi için söz verdi. 20 milyar dolar da oradan zarar ettirdi.
Yetmedi riskisinden arabasına, cevizinden fıstığına bütün Amerikan mallarından vergileri kaldırdı. Gümrükte alınanı. Türkiye'de bu üretimi yapanları perişan etti. Yine daha gitmeden bir gün önce, bir gün önce Çin mallarına vergi koydu. Trump mallarından vergi düşürdü. Gitti teslim oldu. Bunların karşılığında ne aldı? Bakın ne aldıdan önce bir şey daha verdi onu söyleyeceğim. Çünkü Türk Hava Yollarını seviyoruz. 250 Boeing belki pazarlık eder daha iyi alırlardı. Olsun varsın kullanırız. Elçi pahalıya alındı ama yakarız ısınırız. Öbür taraftan gümrük vergisi düşmüş Amerikan malının Çin'in olmuş. O onların savaşı. Bu tarafı da hallederiz. Ama, ama olacak bir şey var ki, buna asla hiçbirimiz izin veremeyiz. Dünyada, dünyada nadir toprak elementleri diye bir gerçeklik var artık. Ve bu güzel topraklar Allah'a bin şükür. Üç tarafı denizlerle çevrili içinden deniz geçen İstanbuluyla Çanakkalesi ile güzel iklimiyle, balıklarıyla, bitki örtüsüyle, karıyla, güneşiyle, verimli topraklarıyla güzel insanları çalışkan insanlarıyla bu ülke her şey vermiş. Bunu da vermiş. Bazı çalışmalar dünyada bu elementlere en çok sahip olan rezerv açısından 5'inci ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor. Bakan da öyle söylüyor. Bazı çalışmalar ilk 8'de yokuz. 9 10 11 olabiliriz diyor. Yani bu memleketin başına bir kez daha ve oluşundan doğuşundan 1071'de Malazgirt'ten girip bu ülkeye sahip çıkışımızdan. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le işgalden kurtarışımızdan. Hepimizin askerde tuttuğu nöbetten üstünde durduğumuz bu topraklarda bir talih kuşu var. Ama şöyle bir talih kuşu. Bu rezervin %48'i, bazıları 80 diyor ama net %48'i kesin Çin'de. Çin kendininkini harcamayıp dünyadakileri bitirmeye uğraşıyor. Trump o kadar kanın, gözyaşının arasında. Bunlar Ukrayna, Ukrayna derken Ukrayna'ya seni kurtaracağım ama nadir elementleri bana vereceksin diyor. Bütün hesaplar bunun üzerinde dönüyor. Ve bu elementleri alınca yeşil enerji cep telefonu, bilgisayar, tablet. Yani bizim Türkiye'de üretmeyip parayla aldığımız parasını ödeyip aldığımız ne varsa bu elementler kullanılarak üretiliyor. Üretilmeye de devam edecek. Her yeni icat bunlara bağlı. Teknoloji bunlar üzerinden ilerliyor. Ve şimdi dünyadaki Çin'i de, Amerikası da bundan 2 sene sonra hazır ediyor ya orduyu Çin'e saldırmaya. Savaşacaksa da bunun için savaşacak. Birbiriyle barışacaksa da bunun hatrına barışacak. Öyle bir noktadayız. Gitmiş kapalı kapılar altında dün benim iddialarımı Bloomberg ilan etti. Ne Amerika yalanladı ne Türkiye. Amerikan kaynakları heptendir doğruluyor zaten. Gitmiş bunların pazarlığını etmiş. Bunların en çok olduğu yer Eskişehir'de ve batarya üretimi, akıllı telefon, lazer tribünü gibi teknolojiler için çok önemli olan Eskişehir Beylikova'daki bu madenleri Trump'a veriyor. Karşısında meşruiyet alıyor. Bakın bu elementleri toprağın içinde karışım halinde başka cevherin içinde alacaklar. 2002 derecede birini damıtacaklar. 2005 derece sıcaklıkta birini teknoloji ellerinde orada yapacaklar. Bizden bir liraya alacaklar bunu damıtacaklar. Mikron düzeyinde kullanacaklar. Ürettiği cep telefonunu Türkiye'ye satacaklar. Meselenin özü şu. 1 liraya aldığı şey bize 1000 liraya geri dönecek. Rakam veriyorum. Zaten bütün pazara hakim, reklam meklam olmaz. Apple var ya Apple, bu iPhone'ları yapan. Apple'ın ihracatı 391 milyar dolar. Bu nadir elementleri Apple'a istiyorlar. 391 milyar dolar. Türkiye'nin ihracatı 262 milyar dolar. Geçen sene biri Apple bir firma cep telefonu yapıyor satıyor 391 milyar dolar. Türkiye'nin ürettiği ne varsa tarım ürününden tutun sanayi ürününe aklınıza gelebilecek fabrikalarda üretilen her şeye Manisa'daki televizyon fabrikasının 180 ülkeye sattığı televizyon, buzdolabı da bunun içinde Türkiye'de üretilen işte örneğin tok ihraç ediyorsak bu da içinde her türlü endüstriyel ürün içinde ve 262 sırf Apple 300 böyle bir farktan bahsediyoruz. Şimdi bu altın yumurtlayacak tavuğu bunu şimdi çıkarır Trump'a verirsen işleyecek seneye sana satacak. Eldeki bitecek 30 yıl sonra bizim torunlar ağzını açıp bakacak. Buradan bir kar yok ama Trump'ın karı çok. Burada vereceği para ne senin karnını doyurur ne bizim. Ne cari açığı. Kaba taslak bir para veriyorlar. Ama bire 1000 kazanacak bir iş yapıyorlar. Niye? Bizde o teknoloji yok. Olacak. Bu memleket Kurtuluş Savaşı'ndan çıktığında 100 yıl önce Gazi Mustafa Kemal Cumhuriyeti kurduğunda toplu iğne de yoktu. Atın nalına çakacak çivi de yoktu. Ama doğru dürüst namuslu çalışıldı. Gençlere güvenildi. Eğitim seferberliği yapıldı. Doğru işler yapıldı. En sonunda Türkiye uçakta üretebilen vagonda üretebilen kendine yetebilen bir ülke haline geldi kısa sırada. Bu milletin evlatları 100 yıl sonra biz bir kez daha büyük bir kalkınma hamlesini başlattığımızda bu örümcek kafa Milli Eğitim Bakanlığı'ndan kurtulup yerine dünyayı gören nasıl çalışılmasını bilen kadrolar geldiğinde ARGE'ye önem verildiğinde Türkiye bu teknolojilere kavuşacak. Bundan 20 yıl sonra dün bir arkadaş söyledi. Maddenin ışınlanması Türkiye'den Avrupa'ya buradan bir madde filmlerde olduğu gibi ışınlanıp oluşacaksa burada da kullanılan teknoloji nadir elementler olacak. Şimdiden altın yumurtlayan tavuğu Trump'a verip iki yumurtasına razı olmak olmaz. Buradan yalvarıyorum. Ana muhalefet lideri olarak vicdanı olan herkese, aklı olan herkese bu ülkenin geleceğini kendi geleceğiyle Trump'a Trump'a yapan Erdoğan'a mani olun. Mani olun. Türkiye nadir elementlerle ilgili ayağa kalkmalıdır. Erdoğan kendi geleceği için bu ülkenin geleceğini satamaz. Sattırmamalıyız. AK Partililere de çağrımdır. MHP'lilere de çağrımdır. Millete şikayet ediyorum. Nadir elementler Türkiye'nin geleceğidir. Trump'a verilemez. Sahip çıkalım, sattırmayalım."